Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
“O olmazsa yaşayamam.” demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin onu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de
korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları…
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
“O benim.” diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin…
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait
olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem
de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak…
* Can Yücel
30 Ağustos 2011 Salı
18 Ağustos 2011 Perşembe
15 Ağustos 2011 Pazartesi
Sırt çantamı her daim hazır tutmalı..
Bavulları hep toplu durmalı insanın...
Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı...
Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vazgeçmeli...
İhanetlere, terkedilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı...
Yalnızlığa alışmalı...
Çünkü "omuz omuza" günlerin vakti geçti. Dayanışma... günümüz borsasının değer kaybeden hisse senetlerinden biri artık...
Bireyin keşif çağı, geride kırık dökük yalnızlıklar bıraktı.
Terörün bile bireyselleştiği çağdayız. Zaman, birlikten kuvvet doğurma zamanı değil; zaman, tek başına dimdik ayakta kalabilmeyi becerme zamanıdır.
İşte o yüzden alışmalı yalnızlığa...
Sokaklar dolusu ıssızlıkla başbaşa yaşamayı göze almalı insan... Güvendiği dağlardaki karlara bakıp ders çıkarmalı... Hüzünlü bir şarkıyla paylaşılan gecelerde başım dayayacak bir omuz arama huylarından vazgeçmeli... Sofrada tek tabağa, tabakta az yemeğe alışmalı...
Romanlardan yalnızlığı yücelten paragraflar asmalı evin en görünür duvarlarına...
"Yalnızlık paylaşılmaz Paylaşmılsa yalnızlık olmaz" dizeleriyle başlamalı güne...
Telesekretere "şu anda size cevap verebilecek kimse yok" denmeli, "... belki de hiçbir zaman olmayacak..."
Cevapsızlığa, sessizliğe ısınmalı...
Oysa sessizlik haksızlığa alkıştır.
Haklılığın onuru yaşatır insanı... Susmanın utancı öldürür.
O yüzden en sessiz gecelerde ''doğruydu, yaptım"la teselli bulmalı insan...
Feryada komşuların yetişmemesine, soğuk duvar diplerinde sessizce ağlaşmaya alışmalı... Kendiyle hesaplaşmaya çalışmalı...
Gece yastıkla ağlaşmaya, sabah aynayla gülüşmeye, kendiyle hüzünlenip, kendiyle keyiflenmeye hazır olmalı...
Hep başını alıp gidebilecek kadar cesur, ama hep kalıp savaşacakmış kadar gözüpek olabilmeli...
Sessizliği, sese dönüştürebilmeli...
Ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan... Yollarla barışmalı... Yalnızlığa alışmalı...
Sessiz melodim.
Sessizlik.
Ama öyle herkezin duyabileceği daha doğrusu duyamadığı hatta bilemediği içindeki sessizlik.
İşte en kötü sessizlik o biliyorsun dimi?
Ben ne içimdeki sesi susturabildim nede duyurabildim bunu Dünya'ya.
Ama en çok sevdiğim özelliğim oldu bu.
Beni diğerlerinden farklılaştıran kimse duyamasada yada bilemesede benim bilmem kendi içimdeki o susmayan bıcır bıcır konuşan hatta bazen beni azarlayan bana kızan o hiç susmayan sesi duymam yetti.
Şuan bile konuşuyor benimle.
Anlatıyor sürekli bişeyler geveliyor bazen açık konuşmuyor ama benden birşey gizleyemiyor yinede.
Çünkü yalan söylemeyi hiç beceremiyor.
Zaten yalanda denmez onlara penbe tatlı küçük hikayeler gibi oyun gibi.
Sadece mutlu olmam için yapıyor onuda.Yoksa yalan söyleme gibi huyları yoktur.
Yalan söylemeyi söyleyenide pek sevmez anlayacağın.
Hergün her dakika hatta bazen her saniye duyduğum başka seslerden yada başkalarının sesinden daha güzel o içimdeki ses çünkü o sessizliğin hiç bilinmeyenin tınısı.
Benim aynam.
O aynanın o eşi bulunmaz tınının birgün yok olup gitmesinden onu duyamamaktan çok korkuyorum.
Ya benide diğerlerini bırakıp gittiği gibi kendimle başbaşa...
Of düşünmesi bile ürpertiyor.
Susma!
Susmasın hiç!
Hep konuşsun ki diğerleriyle yani ya sağır bırakılmış yada o sesi inkar etmişlerle onu yitirmiş insanlarla aramdaki o gerçek sonsuz farkı hiç kaybetmeyeyim.
En büyük yalnızlık hatta en büyük kayıp içindeki sesi, seni sen yapanı duyamamak..
Şimdi dur kendini geriye yasla ve gerçekten ne kadar sağır olabildiğini anladığında benden de fazla çıkmazda olduğunu anlayacaksın..
Tek ve çok büyük bir fark çıkmazlarımız da ben her duyduğum tınıyı melodiye dönüştürebilirken aslında sen sağırlığın verdiği o derin boşlukta kaybolacaksın.
İçimdeki melodinin notaları tonlamaları...Bitmeyen bir şarkı.Benim şarkım.
Sadece benim çalabildiğim sadece benim duyabilidğim sözleri doğaçlama an ve an değişen, parçam..!
Kadının olmak istiyorum...
Senin kadının olmak istiyorum..
Başka hiç kimse tarafından dokunulmamak, konuşulmamak, bakılmamak hatta!
Biraz korunmak, biraz şımarmak...
Bir kaç çeşit yemek yapmak, İstiklal caddesinde sıkı sıkı elini tutmak, belki film izlemek ama mutlaka çekirdek çitlemek, bi yerlerde çay içmek, Pazar sabahı kahvaltısı etmek uzun uzun, sahilde yürüyüş yapmak gibi küçük ama zor heveslerim var!
Neden mi?
Herkesin eli tutulmaz,
herkesle film seyredilmez,
herkesle çekirdek çitlenmez,
herkesin kadını olunmaz da o yüzden!
İçinden gelmeli...
Hücrelerine kadar hissetmeli, dna"larına kadar bilmeli insan!
Düşünerek emin olunmaz, bir anda ya olunur ya olunmaz.
Bir de şu yakın geçmiş duvarları olmasa, kafa da hiç karışmaz ya, olsun!
Oysa bazen tek bir söze ya da bir bakışa yıkılır bütün duvarlar...
Kek yapmayı da öğrenmek lazım aslında bi ara!
Sabahları uyandığımda "günaydın sevgilim" mesajları görmek istiyorum telefonumda. Gün içinde özlediğim birisi olsun istiyorum. Özlemek istiyorum birini. Çok özlersem dayanamayıp gidip sarılmak istiyorum. Dayanamamak istiyorum!
Çalışırken, düşünmek istiyorum sonra onu! Aklımda olduğu için gülümsemek istiyorum ara ara... Gülümsediğim için daha çok çalışmak...
Seni sevmek istiyorum; hiç kimseyi sevmediğim gibi, sev istiyorum beni, hiç sevilmediğim gibi...
O kadar çok sevsin ki beni, hatalarımı da sevsin istiyorum!
O kadar çok sevsin ki; hata yapmaktan ödüm kopsun!
Kıskansın istiyorum beni! Sorsun istiyorum "neredesin" diye, "Hımm kim aradı bakayım" diye! Ben sormam ama, korkmasın. O sorsun!
"Biliyor musun ne oldu?" ile başlayan heyecanlı cümlelerimin sonuna kadar tahammül etsin istiyorum biri bana. Mutlaka ipe sapa gelmez bir şey olmuştur ama dinlesin sonuna kadar. Ya bir yavru kedi macerası ya da işte ona benzer bir şeyler olmuştur.
Ben de her seferinde sanki bahçeyi kazmışımda hazine bulmuşum gibi heyecanla ve öneminin üzerine basa basa anlatırım ya, dinlesin işte. "Ya, evet, çok mühim bir şeyler olmuş" falan desin bir de sonunda...
Şimdi ben istesem İstiklal caddesinde başka birinin elini tutup gezemem mi?
İstesem benimle birlikte çekirdek çitleyip aynı anda film seyretmeyi de başarabilecek birini bulamam mı bi arasam?
Şimdi ben seninle olmak istemesem, burda tam yatağının sol tarafında olup ve bunları da yazıyor olurmuydum?
Hiç sanmam!
Senin elini tutmakla, birinin elini, sıkı sıkı tutmak arasında çok fark var!
Ya tutarsın ya da tutmazsın ya da, tutmuş gibi yaparsın işte.
Ben yapmam!
Bunu zaten bilirsin.
Kimin elini tutacağını yani.
Deneyerek bulmazsın.
Sadece bilirsin.
Bilmek!
Açıklaması yok.
Ve ben elini sıkı sıkı tutmayacağımı bildiğim hiç kimseyle İstiklal caddesine gitmeyeceğim!
Heyecanla ve özene bezene olmadıktan sonra kimseye yemek yapmayacağım!
Repliklerin bir anlamı yoksa, kimseyle film seyretmeyeceğim.
Zaten çekirdeği unutsun bile, asla olmaz!
Senin kadını olmak istiyor canım; biraz korunmak, biraz şımarmak...
Çekirdek mutlaka olsun!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)