15 Kasım 2011 Salı

Dokunma !!!

 Başından beri biliyordum.. Hep bilirim zaten.. Gerçi her zaman doğru bildiğimi idda etmem.. Ama  kim bilir belki işte bu sefer doğrusunu biliyorumdur..
  Bilmeler üzerine mi kurulu hayat? Kim neyi ne kadar biliyor? Herşeyi bilirken dahi senin bile tam olarak kendini bildiğinden emin değilim! Karıştırmasam ne yazar ya da bakmasam orda olmayacak mı olanlar.. Ben görmezsem daha mı rahat hissedeceksin veya benim daha rahat olduğumu mu sanacaksın?
 Gözden uzak olan malesef aklından içinden de uzak olmuyor atalarımız herzaman doğruyu söyleyemiyor ne yazık ki. Beklemek en zor olanı hiç birşey söylememeye çalışmak.. Oysa bilsin istersin tüm hissettiklerini tüm yaşadıklarını suratının düştüğünde sebebini ne olduğunu bilsede canını yakan hani o kalbine, içine işleyen şarkılarla tarif edebildiğin acıyı, yalnızlığı.. Ama anlayamaz di mi anlamak istemez o doğrudur o bilir senin için bile her zaman en iyisini ama yanılıyordur!
  Hala neye kime inanman gerektiğini bilmiyorsan ve bu seni üzüyorsa, aklının bir köşesinde hala ve hala hayalgücünle canını yakabiliyorsan 'umursamıyorum' dediğin an yalan söylüyorsundur!
  Ama aslında umursamadığın artık olabilecekler değilde olanlardır! Olan olmuştur diyorsun çünkü.. Güçsüzüm..
  Bir tarafımda sen bir tarafımda yalnızlık.
  Bazen benim için zor olduğunu göremeyecek kadar bencil olduğunu düşünüyorum! Evet düşünüyorum.. Çünkü kendi zaafların için beni tüketiyorsun.
  Malesef bir gün gelecek ve yaptığın söylediğin herşeyin altında ezileceksin belki bunu bana göstermeyeceksin yada ben zaten o anlarda yanında olup göremeyeceğim ama olacak! Bundan o kadar eminim ki senin canının yanmasından en çok korkan biri olan ben bile bu düşünceden alamıyorum kendimi.
  Daha zor olmasın daha fazla zorlamasın daha fazla yormasın çünkü ozaman kaçarım yaşadıklarımdan belki yaşadığım krizlerle fiziksel olarak belkide şehir değiştirip senden uzaklaşarak ama beni ikisinede zorlama ikiside zor ikiside can yakar..
  Bir tarafımda sen bir tarafımda yalnızlık.

  Artık dokunmayacağım senin olana.. Ama sende benim olana dokunma 'içimde ki sana' dokunma ki devam edebileyim.. Çünkü benim inandıklarım var 'son şansım'!

1 Eylül 2011 Perşembe

Mutsuz-uz-..


Elde etmek istemedim hiç birşeyi.. Kimseyi.. Sadece yaşamak istedim.. Kimseye dokunmadım, kimseye.. Zararım olmadı tamam oldu ama isteyerek yapmadım.. Anlaşılmadım hiç bir zaman. Anlatmaya çalıştım ' Çok basit herşey yeter ki isteyelim yeter ki kendini tanı ' dedim. Ama herkes herşey karmakarışık gibi davranıyor öyle yaşıyor.. Ya istersin ya istemezsin! Nettir herşey. Bilemiyorsanda aradaysanda öyle davranırsın çözmeye çalışırsın sadece netlik kazandırmak için.. Herkesten yoruldum.. İnsanların pskolojilerini anlayıp ' Olabilir ' demekten ' Olasılıksız ' diye birşey yoktur diye kendimi avutmaktan.. Yormayın, beynimin içini bana bırakın.. Kendi kendime konuşmaktan, seneryolarımdan, görüpte söyleyememekten ' Yeter artık ya kör mü yoksa salak mı sanıyorsun beni? ' diye bağıramamaktan, isyan edememekten, nefes alamamaktan yoruldum anlasanıza.. Hepiniz bencilsiniz her biriniz ayrı ayrı egolarınızla bana savaş açmış gibi üstüme geliyorsunuz. Ego insanın şeytanı değil, sizin egolarınız, karışıklığınız benim canımı acıtan, beynimi uyuşturan, ellerimi karıncalandıran zayıf noktam..


Yine beynimle savaş veriyorum.. Uyuşmaması,
kendinden geçip krize zemin hazırlamaması tekrar 
başa sarmaması için.. Yazılar yazıyorum oyüzden
kendimi anlatabildiğim, içimdeki sesi duyurabildiğim
hemde kimsenin okumayacağını bile bile sadece kendime yazıyorum.. Çünkü size hiçbir şey anlatmak gelmiyor içimden.. Anlattıkça sensizleşmekten korkuyorum. Korktukça saçmalıyorum. Saçmaladıkça dibe en karanlığa doğru düşüyorum. Bass jump gibi kendini kendi içinde en yukardan sonsuz boşluğa bırakıyorsun. Ama ne adrenalin var nede heyecan.. Zaten yeniden diriliş için ya da yaşadığını tekrardan hissetmek için yapmıyorsun bu sefer sadece daha fazla yükselemiyorsun katlanamıyorsun kendine kendini bırakıyorsun ruhsuzlaşıyorsun artık acımıyor diyorsun acımıyor da zaten gerçekten. Hatta haz almaya başlıyorsun. Düşüşlerin sana zevk veriyor çünkü dayanacak ne gücün nede anlam vermeye çalışacak bir beynin kalıyor geriye ve sana en kolay gelen şeyi yapıveriyorsun bırakıyorsun uçurumundan kendini gözlerini kapatıp.. Gözlerimi neden kapatıyorum ki aslında görecek birşey yok çünkü zaten zifiri karanlık ve ben karanlıktan korkarım.. Ama onu bile yenerim sen elini uzatırsan sadece sevdiğini hissettirirsen.Olmayan birşeyi hissettirmekte zor olsa gerek.
 Ama sensizleşirken her geçen gün içimde karanlık büyüyor tüm bedenimi kaplıyor.
 İyiydim böyle sen yokken derviş gibi yollarda insanlarla farklı hikayelerin içindeydim. Şimde yine bir yere mıhlanmış gibi sabitim kaçamıyorum sevgisizliğinden hatta daha da çok sokulasım geliyor yinede benim olmayan sıcaklığına.
 Bazen sana sarılıp senin için hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyorum.. İşte ozaman kendime çok gülüyorum ' sana sarılıp senin için ağlamak ' ya da ' Ne kadar yakın O kadar uzak '.. Milyonlarca kelime var kafamın içinde onları cümleye çevirdiğimde tarif edilemez bir yoğunluk oluşuyor bir boyuttan diğerine geçmek gibi sonra kafamın içinde yaşattığım, söylendiğim, ağladığım, söyleyemediklerimi herkeze en çokta sana duyurmaya çalışırcasına bağırdığım sonra yine ağladığım sonra hatta senden ayrıldığım daha doğrusu senin eninde sonunda yapacağın ayrılığın seneryosunu ve ondan da sonrasını yazıyorum, oynuyorum ve acı çekiyorum..
 Resim çizemem ben ellerim sadece tellerle bass seslerine aşinadır. Oyüzden burda da çok şatafatlı bir fotoğraf koymadım çünkü bana ' Mutsuzluğun resmini çizer misin? ' deseler ki deseler gülerim çok saçma ama tut ki deseler en fazla üzülen surat çizerim onlara. Çok yalın ve net! Benimde istediğim yaşadığımda bu kadar zaten.. 
 Yalnızlığa alışmalı bavullarımı her daim hazır tutmalıyım sanırım! Ne zaman bilmiyorum yakın ya da uzak oda fark etmez ama eninde sonunda elimde biletim sırtımda çantam kendimden kaçamadan hayattan kaçmaya çalışacağım bilmediğim daha önce görmediğim bir şehirde yine! 

30 Ağustos 2011 Salı

Öyle Beylik Laflar Etmeyeceksin.. ( bağlanmayacaksın )

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
“O olmazsa yaşayamam.” demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.

Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin onu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de
korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları…
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
“O benim.” diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin…
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait
olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem
de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak…

                                                                                                              * Can Yücel

18 Ağustos 2011 Perşembe

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Sırt çantamı her daim hazır tutmalı..


Bavulları hep toplu durmalı insanın...
Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı...
Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vaz­geçmeli...
İhanetlere, terkedilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı...
Yalnızlığa alışmalı...
Çünkü "omuz omuza" günlerin vakti geçti. Dayanışma... günümüz borsasının değer kaybeden hisse senet­lerinden biri artık...
Bireyin keşif çağı, geride kı­rık dökük yalnızlıklar bıraktı.
Terörün bile bireyselleştiği çağdayız. Zaman, birlikten kuvvet doğurma zamanı değil; zaman, tek başına dimdik ayakta kalabilmeyi becerme zamanıdır.
İşte o yüzden alışmalı yalnız­lığa...
Sokaklar dolusu ıssızlıkla başbaşa yaşamayı göze almalı insan... Güvendiği dağlardaki karlara bakıp ders çıkarmalı... Hüzünlü bir şarkıyla paylaşı­lan gecelerde başım dayayacak bir omuz arama huylarından vazgeçmeli... Sofrada tek tabağa, tabakta az yemeğe alışmalı...
Romanlardan yalnızlığı yücelten paragraflar asmalı evin en görünür duvarlarına...
"Yalnızlık paylaşılmaz Paylaşmılsa yalnızlık olmaz" dizeleriyle başlamalı güne...
Telesekretere "şu anda size cevap verebilecek kim­se yok" denmeli, "... belki de hiçbir zaman olmaya­cak..."
Cevapsızlığa, sessizliğe ısınmalı...
Oysa sessizlik haksızlığa alkıştır.
Haklılığın onuru yaşatır insanı... Susmanın utancı öldürür.
O yüzden en sessiz gecelerde ''doğruydu, yaptım"la teselli bulmalı insan... 
Feryada komşuların yetişmemesine, soğuk duvar diplerinde sessizce ağlaşmaya alışmalı... Kendiyle he­saplaşmaya çalışmalı...
Gece yastıkla ağlaşmaya, sabah aynayla gülüşmeye, kendiyle hüzünlenip, kendiyle keyiflenmeye hazır ol­malı...
Hep başını alıp gidebilecek kadar cesur, ama hep kalıp savaşacakmış kadar gözüpek olabilmeli...
Sessizliği, sese dönüştürebilmeli...

Ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan... Yollarla barışmalı... Yalnızlığa alışmalı...

Sessiz melodim.


Sessizlik.
Ama öyle herkezin duyabileceği daha doğrusu duyamadığı hatta bilemediği içindeki sessizlik.
İşte en kötü sessizlik o biliyorsun dimi?
Ben ne içimdeki sesi susturabildim nede duyurabildim bunu Dünya'ya.
Ama en çok sevdiğim özelliğim oldu bu.
Beni diğerlerinden farklılaştıran kimse duyamasada yada bilemesede benim bilmem kendi içimdeki o susmayan bıcır bıcır konuşan hatta bazen beni azarlayan bana kızan o hiç susmayan sesi duymam yetti.
Şuan bile konuşuyor benimle.
Anlatıyor sürekli bişeyler geveliyor bazen açık konuşmuyor ama benden birşey gizleyemiyor yinede.
Çünkü yalan söylemeyi hiç beceremiyor.
Zaten yalanda denmez onlara penbe tatlı küçük hikayeler gibi oyun gibi.
Sadece mutlu olmam için yapıyor onuda.Yoksa yalan söyleme gibi huyları yoktur.
Yalan söylemeyi söyleyenide pek sevmez anlayacağın.
Hergün her dakika hatta bazen her saniye duyduğum başka seslerden yada başkalarının sesinden daha güzel o içimdeki ses çünkü o sessizliğin hiç bilinmeyenin tınısı.
Benim aynam.
O aynanın o eşi bulunmaz tınının birgün yok olup gitmesinden onu duyamamaktan çok korkuyorum.
Ya benide diğerlerini bırakıp gittiği gibi kendimle başbaşa...
Of düşünmesi bile ürpertiyor.
Susma!
Susmasın hiç!
Hep konuşsun ki diğerleriyle yani ya sağır bırakılmış yada o sesi inkar etmişlerle onu yitirmiş insanlarla aramdaki o gerçek sonsuz farkı hiç kaybetmeyeyim.
En büyük yalnızlık hatta en büyük kayıp içindeki sesi, seni sen yapanı duyamamak..
Şimdi dur kendini geriye yasla ve gerçekten ne kadar sağır olabildiğini anladığında benden de fazla çıkmazda olduğunu anlayacaksın..
Tek ve çok büyük bir fark çıkmazlarımız da ben her duyduğum tınıyı melodiye dönüştürebilirken aslında sen sağırlığın verdiği o derin boşlukta kaybolacaksın.
İçimdeki melodinin notaları tonlamaları...Bitmeyen bir şarkı.Benim şarkım.
Sadece benim çalabildiğim sadece benim duyabilidğim sözleri doğaçlama an ve an değişen, parçam..!

Kadının olmak istiyorum...


Senin kadının olmak istiyorum..
Başka hiç kimse tarafından dokunulmamak, konuşulmamak, bakılmamak hatta!

Biraz korunmak, biraz şımarmak...

Bir kaç çeşit yemek yapmak, İstiklal caddesinde sıkı sıkı elini tutmak, belki film izlemek ama mutlaka çekirdek çitlemek, bi yerlerde çay içmek, Pazar sabahı kahvaltısı etmek uzun uzun, sahilde yürüyüş yapmak gibi küçük ama zor heveslerim var!

Neden mi?
Herkesin eli tutulmaz,
herkesle film seyredilmez,
herkesle çekirdek çitlenmez,
herkesin kadını olunmaz da o yüzden!

İçinden gelmeli...
Hücrelerine kadar hissetmeli, dna"larına kadar bilmeli insan!
Düşünerek emin olunmaz, bir anda ya olunur ya olunmaz.
Bir de şu yakın geçmiş duvarları olmasa, kafa da hiç karışmaz ya, olsun!
Oysa bazen tek bir söze ya da bir bakışa yıkılır bütün duvarlar...

Kek yapmayı da öğrenmek lazım aslında bi ara!

Sabahları uyandığımda "günaydın sevgilim" mesajları görmek istiyorum telefonumda. Gün içinde özlediğim birisi olsun istiyorum. Özlemek istiyorum birini. Çok özlersem dayanamayıp gidip sarılmak istiyorum. Dayanamamak istiyorum!

Çalışırken, düşünmek istiyorum sonra onu! Aklımda olduğu için gülümsemek istiyorum ara ara... Gülümsediğim için daha çok çalışmak...

Seni sevmek istiyorum; hiç kimseyi sevmediğim gibi,  sev istiyorum beni, hiç sevilmediğim gibi...

O  kadar çok sevsin ki beni, hatalarımı da sevsin istiyorum!
O kadar çok sevsin ki; hata yapmaktan ödüm kopsun!

Kıskansın istiyorum beni! Sorsun istiyorum "neredesin" diye, "Hımm kim aradı bakayım" diye! Ben sormam ama, korkmasın. O sorsun!

"Biliyor musun ne oldu?" ile başlayan heyecanlı cümlelerimin sonuna kadar tahammül etsin istiyorum biri bana. Mutlaka ipe sapa gelmez bir şey olmuştur ama dinlesin sonuna kadar. Ya bir yavru kedi macerası ya da işte ona benzer bir şeyler olmuştur.
Ben de her seferinde sanki bahçeyi kazmışımda hazine bulmuşum gibi heyecanla ve öneminin üzerine basa basa anlatırım ya, dinlesin işte. "Ya, evet, çok mühim bir şeyler olmuş" falan desin bir de sonunda...

Şimdi ben istesem İstiklal caddesinde başka birinin elini tutup gezemem mi?

İstesem benimle birlikte çekirdek çitleyip aynı anda film seyretmeyi de başarabilecek birini bulamam mı bi arasam?
Şimdi ben seninle olmak istemesem, burda tam yatağının sol tarafında olup ve bunları da yazıyor olurmuydum?
Hiç sanmam!

Senin elini tutmakla, birinin elini, sıkı sıkı tutmak arasında çok fark var!
Ya tutarsın ya da tutmazsın ya da, tutmuş gibi yaparsın işte.
Ben yapmam!
Bunu zaten bilirsin.
Kimin elini tutacağını yani.
Deneyerek bulmazsın.
Sadece bilirsin.
Bilmek!
Açıklaması yok.

Ve ben elini sıkı sıkı tutmayacağımı bildiğim hiç kimseyle İstiklal caddesine gitmeyeceğim!
Heyecanla ve özene bezene olmadıktan sonra kimseye yemek yapmayacağım!
Repliklerin bir anlamı yoksa, kimseyle film seyretmeyeceğim.
Zaten çekirdeği unutsun bile, asla olmaz!

Senin kadını olmak istiyor canım; biraz korunmak, biraz şımarmak...

Çekirdek mutlaka olsun!